İris Bilen, kadınlarla birlikte

Editörün notu: Bu yeniden yayınlanan bir arşiv makalesidir (bkz. Crescendo no.7, Mayıs 2022 "La France à Istanbul, une présence durable")

Crescendo’dan Eva Dana ve Berk Ersöz, İris Bilen’le

İris Bilen kimdir ? Kendinizi kısaca tanıtır mısınız? 

Ben 87 Istanbul doğumluyum ama İstanbul’da hiçbir zaman yaşamadım. Ege’de büyüdüm. Göçmen bir ailenin çocuğuyum: Rusya, Makedonya Yunanistan karışımı bir aileden geliyorum. Çocukluktan beri o yüzden bu alanla alakalıyım. Aslında ailemde de birçok kişi bu alanda çalışıyor ve Türkiye’de tek akrabam annem. Bütün akrabalarım farklı farklı ülkelerde yaşadığı için hep hani, aslında hayatım farklı kültürleri tanıyarak geçti. Üniversitede tiyatro okudum, oyunculuk mezunuyum Ankara Üniversitesi’nden. Hem bu işi hem de sosyal çalışmayı çok sevdiğim için ikisini birleştirecek bir alan aradım. Üzerine de sosyal çalışmacı olmak için onu da okudum. Ve sosyal uyum alanında çalışmaya başladım. Yaptığım işi çok seviyorum: hem yaratıcılığın ana tekniklerini kullanıyorum, yani sanatın birleştirici etkisinden yararlanıyorum diyelim hem de göçmen kişilerin hayatına dokunmak benim için çok kıymetli.

Sizi bir vakıfta çalışmaya ne yöneltti ? Ne zaman karar verdiniz? 

Yani aslında çok küçük yaşlardan beri vakıflara destek olarak çalışmalar yapıyorum. Benim okuduğum okulda, Amerikan lisesinde de böyle bir gelenek var: hatta okuldan mezun olmanız için en az iki sosyal kulüpte çalışma yapmanız gerekiyor. Yani o yaşlardan birazcık bize öğretilen bir şeydi. Ben daha çok küçük yaşlarda gönüllü olarak çalışmalara başladım. Daha sonra üniversite okurken de farklı farklı vakıflar ve derneklerde gönüllü olarak çalıştım. Günün sonunda 4 yıl önce tam zamanlı olarak İKGV’de çalışmaya başladım. Yani hem biraz o sosyal sorumluluk bilinci, hem ailemin göç hikayesi hem de işe yarar bir şeyler yapmak istedim. Bu beni çok iyi hissettiriyor. Yani bütün değişimi belki tek başıma yapamam ama değişimin bir parçası olabilirim diye düşündüğüm için aslında bir vakıfta çalışmaya başladım.

İnsan Kaynağını Geliştirme Vakfı’nın (İKGV) amacı nedir?

Tabii İKGV aslında tıp alanında uzman kişiler tarafından, yani doktorlar ve akademisyenler tarafından kurulan bir vakıf. İnsan kaynağını geliştirme vakfı denince genelde böyle IK mı acaba HR mı yapıyor bu insanlar diye düşünülebilir. Oysa hayır, burada kastedilen insan kaynağı, üreme sağlığı ve cinsel sağlık. İKGV’nin kuruluş amacı da bu aslında. Daha çok üreme sağlığı ve cinsel sağlık anlamında kişilere bilgi yaymak, akademik bir takım çalışmalar yapmak. Buradan başlayarak sonrasında farklı farklı alanlar da tabii ekleniyor. Web sitesinde de okumuşsunuzdur. Hepsini tek tek saymayacağım ama mesela insan ticareti ile mücadele çok önemli çalışma alanlarından biri. Şu anda benim içinde bulunduğum  göç projesi. İKGV 15-16 yıldır sanırım Birleşmiş Milletler ile ortak hatta partner yani Birleşmiş Milletler’in sahadaki evi gibi düşünebilirsiniz. Birleşmiş Milletler Mülteci Yüksek Komiserliği’nin sahada yaptığı çalışmalara destek sunan bir vakıf. Zaten bu bahsettiğim göç projesini projeyi onlar fonluyor, başka kurumlardan da donörlerimiz var. Yoğun olarak bu alanda çalışmakla beraber, şu anda İKGV üreme sağlığı, cinsel sağlık konularını da tabii ki arkaya atmıyor. Bildiğiniz üzere Türkiye’de bunlar çok fazla konuşulan ve önemsenen konular değil. Oysa çok önemli. Bütün projeleri iç içe geçirmeye çalışıyoruz elden geldiğince. Benim de  üreme sağlığı alanında sertifikam var. Örneğin ben de göçmenlerle, özellikle de göçmen kadınlarla daha çok  kadın sağlığı üzerine, üreme sağlığı üzerine çalışmalar yapıyorum. Çocuklarla cinsel gelişim üzerine çalışmalar yapıyorum. Farklı farklı illerde ofislerimiz var ve hepsinde bu bahsettiğim göç projesi şu anda sürmekte. 

Bu vakfı neden seçtiniz?

Göç alanında çalışan önde gelen başka vakıflar da var elbette. Ama İKGV’den etkilenmemin iki sebebi var temel olarak. İlki üreme sağlığı ve cinsel sağlığa çok önem veriyor ve bu bilgiyi yaymaya çalışıyor olması. Ben de bunu çok önemsiyorum. Ben hani az önce de bahsettiğim gibi göçmen bir ailede büyüdüm. Bizde çok fazla farklı din, dil ve ırk olduğu için farklı bir anlayış vardı ailemde. Bizi bu konuları, yani Üreme sağlığı ve cinsel sağlık ile alakalı şeyleri küçüklüğümüzden beri çok rahat konuşabiliyorduk. Büyüdüğümde ve üniversiteye gitmek için evden ayrıldığımda Türkiye’de bu işin böyle olmadığını çok acı bir şekilde öğrendim. Ve bunu çok önemsemeye başladım. Hani biz bunu nasıl konuşamayabiliriz ? Bir kadın ya da bir kız çocuğu “ben regl oldum” diye açık açık söylemekten neden çekinir. Yani bu neden ayıp bir şey diye düşündüğüm için bu alanda çalışmayı öteden beri istiyordum. 

Burayı seçmemin bir diğer nedeni de şuydu: tabii ki farklı iş görüşmelerine de gittim İKGV’ye girmeden önceki süreçte ama İKGV’nin çalışma ortamı, yani iş görüşmesi yaparken tanıştığım kişilerin bana sordukları sorular, eğitimim, CV’im, o, bu sorularından çok esas olarak benim nasıl biri olduğumla ilgileniyor olmaları beni çok etkiledi. Doğru seçimi de yapmışım çünkü hakikaten insaniyete çok önem veren bir vakıf. Çalışma arkadaşlarımın tümü de gerçekten dostum oldu. Muhteşem bir çalışma ortamı var İKGV’nin. Hani bir tane mi böyle anlaşamadığınız insan olmaz ofiste ? Gerçekten yok. Bu da beni birazcık çekti. Bunun da önemli olduğunu düşünüyorum.

Şu anda bir proje üstünde çalışıyor musunuz ? En son çalıştığınız projeden bahseder misiniz?

Dediğim gibi Birleşmiş Milletler Mülteci Yüksek Komiserliği projesi olan göçle alakalı bir tane var. Ben sosyal uyum alanında çalışıyorum. Sosyal uyum ne demek ? Benim asıl hedefim yerel halkla  mülteci kişilerin nasıl ortak bir noktada buluşup, kültürel olarak nasıl kaynaşacağını tespit etmek ve buna yönelik çalışmalar yapmak. Bu hususla alakalı birçok farklı çalışma yapıyoruz. En son yaptığımız, benim önemsediğim birkaç şeyden bahsedeyim. Sizin yaşınızda öğrencilerle çok çalışma yapıyorum. Robert Koleji ile bir süredir çalışıyorum. Çünkü bu tip okullarda bazı şeyler daha çok önemseniyor diye düşünüyorum. Özellikle işte mülteciler ya da genel Türkiye’deki sosyal sorunlara işaret etmek. Ya da öğrencilerini bilinçlendirmek için bu okulların daha istekli olduğunu görüyorum. Robert Koleji’nde mesela sosyal uyum eğitimi yaptık üç farklı adımda. Yaratıcı drama ile birleştirdiğimiz güzel workshoplar yaptık beraber. O zaman tabii hava güzeldi ve Covid’e rağmen bunu bahçede çok güzel rahat bir biçimde yapabilmiştik. Diğerleri normal şekilde, sosyal uyum nedir,  neden bunu önemsiyoruz? Türkiye’nin geçmişteki göç hikayeleri nelerdir ve biz nasıl göçmen aldığımız ülkeler ile ortak bir noktada buluşabiliriz ? Benzerliklerimiz neler ? Gibi sorulara yanıt aradık. Çok güzel sonuçları oldu. Oradan birkaç öğrenci sonrasında göç alanı ile alakalı gönüllü çalışmalar yapmaya karar verdi. Ben o yüzden bu projeyi çok önemsiyorum.

 Bir de dediğim gibi üreme sağlığı bizim için çok önemli. Özellikle çocukların cinsel gelişimi ile alakalı ebeveynlere verdiğim eğitimler var. Bunun yanı sıra biraz da mahremiyet konusunda çocukları cinsel istismardan korumak adına neler yapılabilir? Bu konuda çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Önümüzdeki sene içinde önemsediğimiz şey mülteci topluluklarını kendi içlerinde güçlendirip, bizim bu öğrettiğimiz şeyleri kendi aralarında yaymaları ya da bizden ne gibi destek istiyorlarsa vererek onları güçlendirip kendi seslerini çıkarabilmeleri adına farklı kent konseyleri ile meclisleri (var olanlara dahil olmaları için teşvik etmeye) kurmaya çalışıyoruz. Ya da onların kendi oluşturdukları vakıf ya da inisiyatifler de varsa, oraları desteklemeye çalışıyoruz.

Vakıfta çalışanların dağılımı nasıl? (Öğrenci, çalışan, erkek/kadın, yaş ortalaması nedir?)

Bizde kadın çoğunlukta. Bu vakfın bir politikası aslında: hem işgücüne kadın katılımını desteklemek için,  hem de bir yandan işin doğası gereği biraz bu gerekiyor çünkü tahmin edebiliyorsunuzdur, göçmenler arasında, farklı böyle kırılgan grup dediğimiz daha dezavantajlı gruplar oluyor ve ne yazık ki bunlardan biri de yalnız kadınlar. Yalnız kadın ne demek? Yanında hiçbir kişi olmadan çocuğuyla ya da çocuksuz bir biçimde tehlikeli yollardan Türkiye’ye gelmiş ve risk altında olan kişiler. Mesela eşi, ailesi tarafından tehdit ediliyor olabilir, yani sadece kadın olarak bu dünyaya geldiği için başına 1000 türlü şey gelen, ve gelecek olan insanlardan bahsediyoruz. Bu kişilerin de danışmanlık alırken hikayelerini anlatabilmeleri ya da bazı hassas şeyleri paylaşabilmeleri için kadın çalışanlara ihtiyaç var tercümanlar ya da sosyal çalışmacılar, ya da mesela kadın sağlığı anlatırken bunu bir erkeğin anlatması onlar için zorlayıcı olabiliyor kültürel faktörlerden dolayı, biraz da bu sebeple çalışanlarımızın çoğu kadın.  öğrenci ne yazık ki hiç yok, çünkü biz fulltime çalışan bir vakfız hatta fulltime’ın da üzerinde.  Bazen acil vakalar olduğu zaman, gece yarısına kadar süren durumlar olabiliyor, ya da hafta sonu tatil günlerinde çalıştığımız anlar olabiliyor. Bu sebeple bizde öğrenciler çalışmıyorlar. Bazen stajyer ya da gönüllü birkaç kişi aramızda oluyor ama onun dışında, çoğunlukla fulltime çalışan kişiler var

İş ve özel hayatınızı nasıl dengeliyorsunuz?

Yani çalışan her kişi için olduğu gibi benim için de bu pek kolay değil, hele ki Corona’dan sonra iyice zorlaştı çünkü ben sosyal uyum uzmanıyım ve benim aslında yapmam gereken şey toplu yüz yüze eğitimler ancak Corona sebebiyle bunu yapmak çok mümkün olmuyor o sebeple ben çoğu zaman HomeOffice çalışıyorum, bu da demek oluyor ki iş ve özel hayat ve diğer her şey orada gerçekleşiyor. Oturduğum yer neredeyse hiç değişmiyor bütün gün. Bu  gerçekten zorlayıcı,  ben çok sosyal biriyim, yani sürekli dışarılarda olan biriyim. Vakfın yanı sıra benim arkadaşlarımla birlikte kurduğum bir tiyatro da vardı, sahneye de çıkıyordum, şimdi artık o da yok.  O yüzden çok zorlayıcı ama dediğim gibi şu konuda çok avantajlıyım yani iş ve özel hayat biraz iç içe geçmiş durumda çünkü Vakıf’ta beraber çalıştığımız arkadaşların çoğu benim en yakın arkadaşlarım, iş yaparken aynı zamanda da dertleşebildiğimiz ya da  muhabbet edebildiğimiz ortamlarımız çok oluyor. Mesela Corona’dan önce ofisteyken, bizim ofisimiz Beyoğlu’ndaydı, çok büyük avantaj, işimiz bittikten sonra hadi bir akşam yemeği yiyelim, bir şarap içelim diyerek beraber takıldığımız çok zamanlar oluyordu. Ne yapıyorum özel hayatı dengelemek için? En azından, ara bulduğum zamanlarda, toplantı, konferans ya da eğitimler arasında kitap okuyorum. Çok değişik şekersiz ketojenik tatlılar yapıyorum, kendimi mutfağa verdim. İş ve özel hayatım mutfakla salon arasında dengelemeye çalışıyorum, ama yine de tekrar söylüyorum gerçekten ben çok şanslı bir azınlıktanım bu anlamda  o yüzden beni zorlamıyor, iş arkadaşlarım çok Ponçik oldukları için… 

Pandemi süreci Corona sizi nasıl etkiledi? 

Eminim sizi de çok etkiledi çünkü hani belli bir düzen vardı, işte gidiyorsunuz, hem okul hem sosyalleşme alanı orası. Hem de sizin okuduğunuz gibi okullarda sadece “ders” gibi bir durum söz konusu değil, orada bir kültür öğreniliyor, ister istemez orada farklı bir ortam oluyor. Bütün bunlardan eksik kalmak eminim sizi de çok zorlamıştır aynı şey bizim için de geçerli. Ben Kadıköy’de oturuyorum, iş yerim Beyoğlu’nda yani her sabah kalkıp oradan işe ulaşmak birçok kişi için çok sıkıntılı olabilir ama benim en keyif aldığım zamanlardı ki ben asla sabah insanı değilimdir hani bir galon kahve içmeden kendine gelemeyen biriyim ama, sabah kalkıp o vapura binip orada aynı ortak sabah acısını çektiğimiz insanların yüzlerini izleyerek işe gitmek, bilmiyorum belki sadistçe bir keyif veriyordur bakın herkes gibi acı çekiyor diye ama ofise ulaşınca her şeyi unutuyordum tabii. Beraber  kahvaltı yapmak ve iş arkadaşlarım farklı kültürlerden gelen kişiler oldukları için öğlen yemeklerinde bir sofra kuruyorduk, görmeniz lazım UN gibi bir sofra. Çok başkaydı, mesela ağır bir vaka geldiğinde ofiste bir arkadaşımızın odasına gidip bununla alakalı konuşup o durumu sağaltabileceğimiz bir mekanizma oluyordu ama özellikle Corona’nın ilk  günlerinde biz ofisi 15 gün kapattık ve 15 gün sonra sonra görüşürüz diye ayrıldık ama hâla tam kadro görüşemedik. Ofis tamamen kapanmadı o günden sonra hep bir nöbetçi kaldı ama bizim  hepimizin bir araya geldiği ortamlar artık ofisten parklara bahçelere taşındı, yani iş dışı saatlerde görüşmeye başladık.  Ciddi derecede etkiledi hepimizin hayatını tabii ki daha depresif olduk ama insan her şeye alışıyor derler ya çok klasik bir laf ama öyle oluyor yani survival, yani yapmak zorundayız, buna da alıştık ama ümit ediyoruz ki o eski günlere dönülsün ofis yine dolsun taşsın ve daha mutlu olalım. Bir de söylemek lazım, evde olduğunuz zaman çalışma saatleri çok şaşıyor,  hani ofiste şöyle bir şey var ya, ben geliyorum, işte bilgisayarımı açıyorum, gün başlıyor ve saat 5:30’da bitiyor, kapanış zili çalıyor (hakikaten zil çalıyorduk komiklik olsun diye) çıkalım diye. Hep beraber toparlanıp evlere dağılıyorduk ya da bir yerlere şarap içmeye gidiyorduk. şimdi o yok, hani ben bunu kendimde uygulamaya çalışıyorum ama şu da vardı, şu mail de vardı, şunu da yapayım derken bir bakıyorum ki akşam yemeği saati gelmiş ve ben hala bilgisayarın başındayım. Kişisel disiplini oturtmak gerekiyor bence Coron’da, hani  kitap okumak için belki bir saat ayırmak, yemek için de belli bir saat ayırmak, öğle arasını ise evde yapmanın başka türlü bir zihinsel zorlama olduğunu düşünüyorum. 

Birçok sosyal sorumluluk konusu varken, mülteci alanına eğilmenizin bir sebebi var mıdır?

Yani aslında dediğim gibi biraz kişisel bir tercih, aile hikayemden dolayı, bir de benim şu hayatta en çok sevdiğim şey, herkesin vardır ya böyle bir hayat mottosu onu ayakta tutan, onu neşelendiren, benimki de yurtdışında gezmek. Şimdiye kadar 14 ülke gezdim ve doyamadım hiç, asla yeterli gelmedi bana. Bunun da sebebi farklı kültürleri tanımayı, farklı insanlarla tanışmayı çok seviyorum ve keşfetmek bana çok enteresan geliyor. Japonya ile bile bir alakamız var, Japon kültürüyle bile Türk kültürünün Türkiye kültürün benzer tarafları var. Bunları görmek beni çok neşelendiriyor çok hoşuma gidiyor. Bazı tespitlerde bulunmak, okumak. Mesela herhangi bir ülkeye gitmeden önce mutlaka orayla ilgili bir kitap okurum, gezi kitaplarından da bahsetmiyorum yani oranın kültürüne dair bir roman olabilir, herhangi bir şey olabilir.  Bunları keşfetmek beni çok motive ediyor. Gerçi Euro ve Dolar böyleyken bir daha nasıl gidebiliriz bilmiyorum ama yani ümit ediyorum ki gezmeye devam edebiliriz. Bu da benim için çok önemli motivasyondu. İran’a gitme şansım oldu bu işe girmeden önce. İran’ı görmek, oradaki insanlarla tanışmak… Sonra burada bir sürü İranlı arkadaşım oldu, biraz hayat da beni buraya itti. Onların hikayelerini dinlemek derken işte Suriyeli insanlarla tanıştım oradan arkadaşlar edindim. Televizyonda anlatılan, sosyal medyada bize yansıtılan şeylerle gerçeğin ne kadar farklı olduğunu görmek çok sarsıcıydı. İtiraf etmek gerekirse her insanda olduğu gibi benim de minimal ön yargılarım vardı buraya gelen göçmenlerle alakalı, ta ki tanışana kadar. Çünkü aslında bu iş böyledir yani ön yargı tanışana kadardır bence, yani herkes için sadece farklı ülkelerden bahsetmiyorum, örneğin trans  kadınlarla da alakalı aynı şey söylenebilir, farklı bir cinsel yönelimi olan bir kişi için de aynı şey söylenebilir, atıyorum HIV pozitif olan ya da işte ne bileyim şişman olan biri için bile aynı şey söylenebilir yani hiçbir şişman biriyle ortak bir hayat yaşamıyorsanız ya bu ne kadar yiyor, öf neden kendine yapıyor bunu diye düşünebilirsiniz oysa o kişinin bir hastalığı olabilir. Yani öyle bir tanışma yaşamak da beni o problemleri görmeye ve bununla alakalı bir şey yapmak istemeye itti ve elimde de gerekli cephane vardı aslında hani birçok ülkeyi gezmiş olmak, sülalemin farklı ülkelerde yaşıyor olması, o çok kültürlülük çok dillilik içinde büyümüş olmak.. Bizim evde aynı anda Rusça, Türkçe, Almanca falan hepsi birden  konuşuluyordu. Aile üyeleri başta biz anlamayalım diye, böyle büyükler aralarında konuşacağı zaman Almanca konuşuyorlardı sonra baktılar o dili çözdük Rusçaya geçtiler onu henüz çözemedim. Yani zaten böyle bir ortamda büyüdüğüm için birazcık da kişisel bir şey gibi geldi o yüzden bu alan.

Vakfın tarihine baktığımızda, üreme sağlığı ve hakkı, insan ticareti ile mücadele ve göç alanları ile ilgilenildiğini görüyoruz. Bundan sonra atılacak adım nedir/gelecekte ilgileneceğiniz alan hangisidir?  

Şimdi şöyle, bu bahsi geçen projelerin hepsi devam edecek elbette çünkü bu alandaki problemler çözülmüş değil.  Hala üreme sağlığı, üreme hakkı ile alakalı konuşmak çok kolay değil bu ülkede, sizler de farklısındasınızdır eminim ya da hala göç ile alakalı yaşanan sorunlar devam ediyor ve insan ticareti de bununla kol kola yürüyor ne yazık ki. O yüzden bu projelerimiz devam edecek 2022’te dediğim gibi, biraz  balık verme değil de balık tutmayı öğretmeyi planladığımız bir süreçteyiz. Mülteci toplulukların karar verme mekanizmalarında olabileceği, kendi sözlerini söyleyeceği bir sistem oturtmaya çalışıyoruz. Biz bunu zaten her zaman yapıyoruz ama bunu  biraz Türkiye geneline yaymak, özellikle de devlet politikalarını değiştirebilmek adına bir şeyler yapmayı planlıyoruz. Şöyle bir örnek vereyim size, mesela ben herhangi bir workshop yapmadan önce mutlaka odak grup görüşmesi yaparım yani ben kendi kendime şunu yapmayı çok üstten bakış ve böyle bir beyaz yakalılık gibi görüyorum: “bu topluluğun cinsel sağlık hakkında bir bilgisi yok ve ben şimdi onlara cinsel sağlık hakkında bir workshop yapacağım” değil. Mesela Afganlarla bir çalışma yapacağım değil mi? Hedefimde 35 yaş üstü kadınlar olsun, 35 yaş üstü o topluluğu temsil edebilecek en az on kişiyle bir araya gelip onlara sormak, hani siz ne konuda bir eksiklik duyuyorsunuz? Ne konuda bir eğitime ihtiyacınız var? Ne yapmak istiyorsunuz? Nerede sesinizi duyurmak istiyorsunuz? Ben size nasıl yardım edebilirim? diye sormak.ve oradan çıkan fikirlerin üzerine bir eğitim programı yaratmak kastettiğim. Her zaman bunu yapıyordum, şimdi aslında o eğitimleri bu kişilerin kendileri de verebilecekleri bir ortam yaratmak üzerine çalışmalar yapıyoruz. 2022’te planımız bu: kadın güçlendirme grupları kuruyoruz farklı şehirlerde, kadın hakları, üreme hakkı , ayrımcılık ya da çocukları varsa akran zorbalığı ile alakalı bilinçlendirme çalışmaları, workshoplar yapıyoruz. Amacımız da bu gruplar içinden komünite lideri olabilecek kapasitede kişileri daha iyi yetiştirip ileride onların kendi kadın gruplarını kurup yürütmesini sağlamayı hedefliyoruz. Erkekler ve çocuklar için de aynısı geçerli. Biraz da amaç kent konseylerini, yerel yönetimlerin bu işin içine dahil etmek, Mesela İBB bu konuda çok bilinçli ve muhteşem çalışmalar yapıyor, sosyal yardımı çok kuvvetli bir belediye. Bu sene ilk defa göç birimi açıldı İBB’de. Sadece göçmenlere hizmet veren bir birim açıldı. Muhteşem işler yapıyorlar, özellikle göçmenlerin iş piyasasına legal olarak katılımı ile alakalı. işgücü yaratmak, onlara farklı kurslar ve mesleki kurslar vermekle alakalı ve onlar da yine kendi kent konseylerinin altında bir göç çalışma grubu kurdular. Oraya şu anda göçmenlerin de dahil edilebilmesi için farklı dillerde toplantılar yapıyoruz. Planımız bu şekilde yani komüniteyi güçlendirip kendi liderlerini çıkarabilecekler bir sistem oluşturmak. 

Bugünkü tecrübelerinizle bir lise öğrencisi olsaydınız ne yapardınız?

Öncelikle kendi çevremi bilinçlendirmek isterdim. Okulumu, okulumdaki öğrencileri. Çünkü dediğim gibi şu anda internet çağında yaşıyoruz ve birçok kişi bir bilginin doğruluğunu tespit etmeye bile çalışmıyor ya da o anda moda bir düşünce akım oluyor mesela hadi Suriyelilerden nefret edelim gibi bir akım oluyor.  Yok işte Suriyeliler maaş alıyor, Suriyeliler bilmem ne yapıyor ya da Afganlar suça karışıyor. Mesela gazetelerde görüyorsunuzdur  hiç şöyle bir haber okudunuz mu “bir Türk bilmem kimi bıçakladı”, hayır  ama “bir Afgan bilmem kimi bıçakladı” diye çok fazla haber görüyoruz. Bunlar çok yönlendirici şeyler. Hani sanki Türkiye’de hiç böyle suçlar yoktu, biz sütten çıkmış ak kaşığız ve bu kişiler gelince suç oranı arttı gibi bir söylem yaratılmaya çalışıyor ve bu çok yanlış ve yalan bilgi. Biraz bununla alakalı farkındalık yaratıcı çalışmalar yapmak isterdim. Belki şu an çalıştığım vakıf gibi vakıflardan, uluslararası kuruluşlardan destek alıp, okulumdaki diğer kişilerin ve gelecek neslin artık iş piyasasına katılacak yaşa Yaklaşan neslin, bilinçlenmesini sağlayacak çalışmalar yaparak başlardım. Zaten bu bir şeyleri uyandıracaktır ve o alana ilgisi olan kişileri teşvik edecektir diye düşünüyorum. Bu alanda daha farklı, daha büyük işler yapmak istiyorsam, eğer bir lise öğrencisi olarak, bölüm seçimimi ona göre yapardım, daha sosyal bilimlere yakın bir şeyler okumak isterdim ama burada sahayı kaçırmak istemezdim. Akademi ile saha bence her zaman kol kola yürümeli. Bu alanda okuyacaksam da mutlaka gönüllü işler yapar ya da hiç olmazsa, bu önde gelen vakıfların uluslararası kuruluşlarıyla yaptığı çalışmalara gidip bir göz atardım, konferanslara katılırdım… Öyle yapardım. 

Editörün notu: Bu makaleye katkılarından dolayı Şebnem Panahzat'a teşekkür ediyoruz.

Plus de publications
Berk Ersöz
Plus de publications

Laisser un commentaire